Göstergebilim alanında Türkiye’de önde gelen isimlerden olan Tahsin Yücel’in roman ve öyküleri, bir anlamda bu eleştirel yöntemin kuramsal boyutunu ve uygulamasını örneklendirmektedir. Ancak, bu çalışma, Tahsin Yücel’in Komşular adlı öykü kitabındaki üçüncü öyküsü olan “Aramak”ı yapısökümcü bir bakış açısıyla okumayı amaçlamaktadır. Post-yapısalcı felsefe, temel olarak Aydınlanma projesi ve metafiziğine radikal bir eleştiri getirir. Bu felsefenin öncülerinden olan Jacques Derrida’nın post-yapısalcı felsefesine dayanan yapısökümcülük, bir kuram ya da yöntembilim olmaktan çok bir okuma biçimidir. Çünkü her koşulda aynı şekilde uygulanan kurallar bütününe ya da uygulama yöntemine sahip değildir. Yapısökümcülük, belirli bir yordam önermemesine rağmen çalışmanın tutarlılığı için bir yol haritası çıkarılabilir. İnceleme, öncelikle metin içindeki ikili karşıtlıkları (binary oppositions) saptayıp, bu karşıtlıklar arasındaki sıradüzeni (hierarchy) yok etmeye çalışıp, daha sonra çıkmaza giren noktalara (impasses of meaning) odaklanıp bu noktalar vasıtasıyla metnin kendi mantığını nasıl bozuma uğrattığını anlamayı hedeflemektedir. Bu kapsamda, öncelikle Ötegeçe’nin uzamsal çağrışımları, ikili karşıtlıkların arasındaki bağlantılar ve “aramak” eğretilemesinin yol açtığı çok anlamlılık değerlendirilecektir; sonrasında, öyküyle ilgili eleştiriler ve yazarın söyleşileri de göz önünde bulundurularak, metin içerisindeki tutarsızlıklar saptanarak metnin ulaşmak istediği anlama tam manasıyla neden ulaşamadığı tartışılacaktır. Sonuç olarak, kavramsal karmaşalar yaratarak öyküyü bütüncül ve tutarlı bir anlama indirgemekten kaçınmak, daha önce rahatlıkla kullanılan ikircikli kavramların yer değiştirmesi ve sonucunda eleştirel bir engelin oluşmasını sağlamak Derridacı bir yapısökümün yapmaya çalıştığı şeydir. Tahsin Yücel’in “Aramak” öyküsüne yapısökümcü yaklaşımla getirilen bu okuma, öykü içindeki eleştirel çıkmazlara yeni bir bakış açısı olarak değerlendirilebilir. Çünkü bu yordamla, metnin aktarmak istediklerini aktarmakta yetersiz kaldığı, söyler gibi göründüğünün tersini söylediği ve merkez aldığı ikili karşıtlıkların temelsizliği gösterilmeye çalışılmıştır.
Tahsin Yücel, a prolific Turkish novelist, essayist, critic and short story writer, is one of the first practitioners of semiotics in Turkey after his close contact with A. J. Greimas. His oeuvre is usually analysed through the lens of semiological principles and structuralist reading regarding Yücel’s writings about the semiological tradition; however, this paper attempts to read Tahsin Yücel’s third short story, “Aramak”—which can arguably be translated as “Quest”—in his short story collection entitled “Komşular” (“Neighbours”) through deconstructive strategies which focus on the instability of meaning within a text, try to dismantle the binary oppositions and question the authority of the writer. “Aramak” (“Quest”) is about a postman in a remote Anatolian village called Ötegeçe who is in search of a new wife after the death of his father. The story ironically revolves around Postman Münür’s marital life, his declining masculinity and social hypocrisy about the institution of marriage and conception of beauty. The climax of the story takes place when Münür seeks to get married to a woman who looks exactly the same as his first wife who is notoriously ugly. The details that the unreliable narrator of the story provides make a deconstructive reading of the text possible. The theoretical framework briefly revisits the principles of structuralist reading in order to comment on how deconstruction is both a continuation of and a resistance to Saussurean linguistics which views language as a closed system and semiological analysis which focuses on an inherent, stable structure within a text. Acknowledging the fact that Derrida avoids having a set of rules while deconstructing a text, I follow certain reading strategies used by Derrida himself in his writings: concentrating on the aporias within the text and on the moments when the text undermines its own logic/structure; critiquing the hierarchy between binary oppositions—particularly, beauty and ugliness, presence and absence, masculinity and femininity; and finally showing the instability of meaning through textual references. Ötegeçe, not only Yücel’s actual birthplace but also the setting of the story, comes to have a mystical presence with the descriptions of the narrator. The demasculinized body of Postman Münür becomes the locus of the definitions of transcendental beauty, questioning the binary oppositions of beautiful/ ugly, masculine/feminine and presence/absence. The aporias in the text reveal that the central narrative of the story—the idea of searching a new wife for postman Münür or subverted quest theme—comes to have a meaningless and absurd ground since the narratological ellipses and authorial commentary cancel any accurate meaning to be achieved by textual details. This deconstructive interpretation of “Aramak” has also aimed to open Yücel’s oeuvre to new interpretations along with those which concentrate upon structuralism and semiotics. Such a deconstructive reading does not intent to be conclusive about the particular story analysed; on the contrary, it foregrounds the pleasure that the reader takes while dissecting the text through its minute details, finding the impasses of meaning and showing the defaults in the logical structure of the story.
By subscribing to E-Newsletter, you can get the latest news to your e-mail.