Türk Edebiyatı’nda şairlerin hayatlarından söz edip eserlerinden örnekler veren “Şu’arâ Tezkireleri”nin XVI. yüzyıldan başlayıp XX.yüzyıla kadar uzanan çizgi içinde 30 kadar örneği bulunmaktadır. İslâm medeniyeti çerçevesinde gelişen biyografi yazma geleneği “tabakât” adıyla ortaya çıkıp zamanla şairlerin unutulup kaybolmalarını önlemek düşüncesiyle yepyeni bir çehreye bürünmüş ve mensubu bulunduğumuz kültüre “tezkire” türünü kazandırmıştır. Eleştirel yorumun tezkirelerde yer alması ise tamamen biyografi yazarının inisiyatifine kalmış bir husustur. Özellikle XVII. yüzyıldan itibaren farklı bir yapıya bürünen ve giderek bir “antoloji” karakteri ortaya koyan bu eserler, her sınıftan şaire ait biyografik bilgiyi, onlarla ilgili anekdotları, şiirlerinden örnekleri ve bu şiirlere dair yorumları içeriyordu. Divan edebiyatına yönelik çalışmalarda karşılaşılan problemlerin başında, konu üzerinde mesai harcayanlar tarafından da çok iyi bilineceği üzere “metne nüfuz etme” meselesi gelmektedir. Edebiyat tarihçilerinin geçmişteki şairlere dair verdiği bilgiler de çoğu zaman “tezkire” türündeki biyografik kaynaklara dayanmaktadır. Kanaatimizce bu tür çalışmalarda yapılması gereken; yazarı, bizzat ortaya koyduğu eserinden tanımak olmalıdır. Bunun aksi, şair hakkındaki hazır bilgi ve değerlendirmeleri nakletmek olacaktır. Herhalde tezkirelerin önemi de tam burada ortaya çıkmaktadır. Tezkire yazarları arasında, yazarları, onların dünya görüşlerini (World view), eserlerini (Text) çok iyi kavrayan ve yorumlayan tezkireciler olduğu gibi, benzerlerini taklitten ileri gidemeyen tezkire yazarları da vardır. Latîfî, birinci gruba giren nadir tezkire yazarlarından birisidir. Meydana getirdiği Tezkiretü’ş-Şu’ara ve Tabsıratü’n-Nuzamâ adlı eseriyle çağı için olduğu kadar, günümüz edebiyat tarihçileri ve eleştirmenleri için de ciddi bir örnek olmuş, edebî metne yaklaşım tarzı ve kullandığı dil ve üslûpla da asırlar boyunca eskimeyen bir model olarak kalmıştır.
.
By subscribing to E-Newsletter, you can get the latest news to your e-mail.