Yirminci yüzyıla damgasını vuran Fransız yazar, filozof, gazeteci ve post feminizmin kurucusu Simone de Beauvoir’ın Sessiz Bir Ölüm’ünde bir annenin kaybedilmesinin ardından hem idealleştirilen hem de olumsuz bir yaklaşım geliştirilen anne imgesi üzerinde durulur. Simone de Beauvoir’da anneye karşı hissedilen farklı duygular nedeniyle ortaya çıkan ve ölümsüzleştirilmek istenen anne imgesini, genç kızın annesine, annesinin de kızına olan bakışı çerçevesinde ve Sigmund Freud’ün psikanalitik yaklaşımı ışığında irdelemeye çalışacağız. Sessiz Bir Ölüm'de yetmiş sekiz yaşını aşan annesinin trajik öyküsünü aktaran yazar, karmaşık ve yoğun duygulanımlar üzerine yoğunlaşır. Özyaşamöyküsel verilerin okur ile paylaşıldığı yapıtta, Beauvoir, duygusal yaşantısını ve yaşamına yön veren gençlik döneminin kişisel deneyimlerini, annesi aracılığıyla aktarır. Evine ve iki kızına olan sorumluluklarını tek başına üstlenmesinden dolayı yıpranan anneye karşı Beauvoir’ın duyduğu acıma hissi, yapıtın satırlarına yansır. Varoluşunu kanıtlama arzusuyla iş yaşamına katılan, yoksunluklarına karşı başkaldıran, dayanışmaya özen gösteren, bir başka deyişle toplumsal yaşamda üretken olan bir kadın imgesi gözlemlenir. Yazar, yapıtın başlangıcında, sevgi dolu yüreğiyle çocuğunu düşünen ideal annenin resmini çizer ve anne ile mesafenin kaldırılmasına yönelik adımlar atar. Anne, yaşamında karşılaştığı güçlükleri, hiç kimseye hatta kendisine bile itiraf edemez, yapayalnız kalmaktan korkar. Güvenden yoksun, yaşlandığını kabul etmeyen, ölmekten korkan ve hatta ölümü yanına yaklaştırmamak için mücadele eden bir annenin varlığı, yüce bir değer olarak ortaya konulur. Yaşadığı dünyayı başkasının bakış açısıyla değerlendirmeyen, her tür davranışını özveri ile gerçekleştiren, annelik içgüdüsüyle hareket eden ancak coşkusu kendi dar çerçevesinden kurtulmasına olanak tanımayan, değişimi olanaksız ve çoğu zaman da ürküntülü bir tedirginlikle yaşayan bu annenin, gerek gururunda gerek sevgisinde acı çekişi etkin bir biçimde irdelenir. Sessiz Bir Ölüm’ün ilerleyen sayfalarında sevgi, şefkat ve ilgiden yoksun bırakılmış olan çocukların, kendilerini daima kontrol altında tutmak isteyen bir anne ile karşılaştıklarını görürüz. Bu noktada yadsınan anne ile yadsınan çocuk ilişkisinde, her iki varlıkta olumsuz duygular gelişir. Sevilmediğini fark eden çocuk, aşağılık duygusu ve kaygı yaşar. Yaşamı boyunca her şeyi kendine isteyen anne de, yasaklar ve emirler aracılığıyla çocuklarını baskı altında tutar. Annenin yıpranmasına neden olan çocuk, yıkıcı bir öge olarak karşımıza çıkar. İşlevsel bir nesneye indirgenen çocuğun, annesi ile arasındaki bağ oldukça zedelenir ve çocuk, hak ettiği sevgiyi bulamaz. Annelik içgüsüdüyle kendi bedeninin bir parçası olan çocuğuna karşı sevgi duymaya çalışan annenin dünyaya getirdiği çocuklarına karşı olumsuz duygular beslemesi ve onları reddediş tavrı sonucunda bu durumun bedelini, herhangi bir suçu olamayan çocukların ödediği görülür. Yazar, anne sevgisinin çocuğun ruhsal yaşamında taşıdığı önemi dikkate alıp, onunla kurmaya çalıştığı bağ ve özlem üzerine odaklansa da, anne sevgisinin yokluğunun yarattığı acıyı ve çaresizliği engelleyemez. Freud’ün düşüncesine göre, anne olmadığı ya da sevgisi esirgendiği zaman, çocuk, ihtiyaçlarının doyurulacağından emin olamaz ve korkar. Bu yüzden anneye karşı öç alma duygusu içinde olan çocuklar, zaman zaman düşmanca tavırlar takınırlar. Çocukların sevgiden yoksun bir şekilde yaşamak zorunda bırakılması, aslında onların cezalandırıldıklarını gösterir. Sessiz Bir Ölüm'de anenin olumsuz bir karakter olarak yadsınması, Freud'ün psikanalitik yaklaşımıyla açıklanabilir. Anne eksikliğinin ya da reddedilişinin art alanında anneye karşı duyulan özlemi ve bastırılan düşünceleri görürüz. Çocuk, yaşamında ailesiyle özdeşleştiği zaman, onlar gibi olmak isteyecektir. Ancak anne ve babasını nesne olarak seçtiği takdirde, onlara sahip olmayı arzulayacaktır. Yapıtta, anne-çocuk arasında kurulan bağlar, ne kadar kopuk olsa
Besides being a philosopher, journalist and founder of feminism, Simone de Beauvoir is a prominent French writer who led the way in the 20th century. Her work A Silent Death is concerned with the image of mother both idealized and developed through a negative approach following the death of mother. The image of mother in Simone de Beauvoir, ensuing due to different feelings towards mother and thus idealized, will be analyzed on the basis of young girl’s love for her mother and the mother’s love for her daughter and from Sigmund Freud’s psychoanalytic approach. In A Silent Death, the writer narrates the tragic story of her mother beyond the age of seventy-eight, also focusing on complicated and intense emotions. Filled with autobiographical information, the work lets Beauvoir convey her emotional life, and her personal experiences of her youth that shaped her life, through her mother. Beauvoir’s sense of pity for her mother due to her choice to take over the whole responsibility for the household and her two daughters on her own is reflected throughout the work. It is possible to observe in the work an image of woman who, spurred by the desire to prove her existence, participates in the work life, who rebels against her deprivations and who takes pains for solidarity. In other words, she is a woman who has become productive in social life. In the early part of the work, the writer draws the portrait of the ideal mother who thinks of and even makes a fuss over her daughter with her love-filled heart, and she takes steps to abolish the distance between her mother and her. The mother cannot confess the difficulties she faces to anybody, even to herself, and she is tormented by the fear of remaining alone. Deprived of self-confidence and afraid of dying, the mother refuses to admit that she is growing older. She even finds herself in a lifelong struggle in order to avert the idea of death. Thus, the existence of mother is revealed as a noble value. She does not evaluate the world from another one’s perspective; she conducts everything in a self-denying manner; she is motivated by the instinct of motherhood, but her enthusiasm does not allow her to get rid of her narrow-minded and really narrow surroundings. There she usually lives with a phobia and hesitation. Her agony and suffering both in her pride and love is dealt with in an effective way. In the ensuing pages of the novel, we see the children deprived of love, affection and interest, thus clashing with the mother who constantly attempts to keep and take them under control. At this point, both the mother and child develop negative feelings in the relationship between the mother denied and child denied. The child, possessed by the feeling that she is not loved, comes to have inferiority complex and anxiety. The mother, who always demands everything for herself all her life, keeps her children under pressure through bans and orders. The child that causes the mother to be ruined appears to be a destructive element. The tie between the child reduced to a functional object and her mother is largely damaged and the child cannot find the love she deserves. The mother who instinctively tries to grow affection for her child, who is part of her own body, develops unfavourable feelings for her own children and tends to reject them, and as a result the price of this case is paid by the children who are inherently blameless. Even though the writer focuses on the tie and longing that she tries to build with her mother by considering the importance of the motherly love in the child’s spiritual life, she fails to prevent the agony and suffering caused by the lack of motherly love. According to Freud, in the absence of mother or her love, the child cannot be sure that her needs will be met, and so she is captured by fear. The children who therefore run after revenge on the mother may sometimes adopt aggressive and hostile attitudes. The fact that children are compelled to live without affe
By subscribing to E-Newsletter, you can get the latest news to your e-mail.