Ulusçuluk, ulus devlet, ulusal dil gibi kavramların henüz hiçbir şekilde insanların zihninde bir karşılık bulmadığı ve iktidarların meşruiyetini ilahî doktrinlerden aldığı Orta Çağ dünyasında, medeniyet daireleri doğrudan doğruya dinler etrafında teşekkül etmiştir. İktidarın meşruiyet kaynağının din olduğu ve medeniyet dairelerinin dinler etrafında teşekkül ettiği bir çağda, tabii olarak insanların kimlik ve aidiyetleri de din ve kutsallıkla irtibatlıydı. Dolayısıyla Orta Çağ’da bir bölgenin yönetimini elinde tutan iktidar sahiplerinin, o bölgenin halkı ile aynı kavimden olmaması veya o bölge halkının dilini konuşmaması gibi durumlar normal ve yaygın bir durumdur. Bu sebeple Türk toplulukların İslam’ı kabul ettikten sonra kurdukları devletlerde yazışma ve edebiyat dili olarak anadilleri dışında bir dili kullanmaları, o dönem için yadırganacak bir durum değildir. Türkler, İslam medeniyet dairesine girdikten sonra bu medeniyetin Türkçeden önce mevki kazanmış dillerinde (Arapça ve Farsça) üstün sanat eserleri meydana getirmişlerdir. Bu durum bilhassa Farsça için söz konusudur. Türkler, hükmettikleri coğrafya ve ilişki kurdukları topluluklar vasıtasıyla İslam medeniyet dairesinin önemli dillerinden birisi olan Farsçayı idare ve edebiyat dili olarak kullanıp, henüz o dönemde gelişmekte olan bu dile gelişme yolunda önemli katkılar sağlamışlardır. İranî toplulukların yaşadığı coğrafyanın idaresinin 10. asırdan 20. asra kadar Türk hanedanlarının elinde bulunması, Farsça edebiyatın gelişme macerasında Türklerin rolünün anlaşılması bakımından kayda değerdir.
In the Medieval World, where notions like nationalism, nation state, and nation language had by no means no reflection on people's mind and governments found their legitimacy in the
By subscribing to E-Newsletter, you can get the latest news to your e-mail.