Harem-i Hümayun veya Batılılarca “tutsak olmuş kadınların dünyası” (Akşit 23) olarak tanımlanan harem, tarih boyunca hep gizemini ve sırrını korumuştur. Batı edebiyatı ve sanatında harem, çeşitli Avrupa ülkelerinden köle veya tutsak olarak elde edilmiş genç ve güzel kadın¬ların, padişahın kalbini kazanmak için yarıştığı ve gücü ele geçirmek için en tehlikeli planlar yaptığı ve rekabetin gizliden gizliye acımasızca sürdüğü bir “Altın Kafes” ola¬rak betimlenmiştir. Harem, Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk kez, Orhan Gazi (1326-1360) döneminde oluşturulmuş ve Fatih Sul¬tan Mehmet döneminde (1451-1481) ise önemli ve güçlü bir konuma gelmiştir. Bu dönemde, sadece özel bir ku¬rum olmakla kalmamış aynı zamanda gelecekteki devlet ilişkilerini yönlendirecek bir eğitim kurumu şeklini al¬mıştır (Pirce 42). Onaltıncı yüzyıldan itibaren, özellikle on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda, harem öylesine gi¬zemli ve dışa kapalı bir görünüm aldı ki değil saraydan erkeklerin, dışarıdan yabancı birilerinin hele hele Avru¬palıların, burayı yakından gözlemlemesi imkansızdı. Bu yüzden Osmanlı topraklarını gezen birçok yazar ve res¬sam, haremi ancak 1717 başlarından 1718 ortalarına kadar Istanbul’da yaşamış ve o dönemdeki İngiliz Büyü¬kelçisi Edward Wortley Montagu’nun eşi olan Lady Mary Wortley Montagu’nun Türkiye izlemlerini ayrıntılarla an¬lattığı Mektuplar’ı, aracılığıyla tanıyabilmiştir. Lady Montagu, yakından gördüğü vezir ve paşa haremlerini gerçekçi bir gözle incelemiş ve hiçbir abartıya yer verme¬den ayrıntılı olarak betimlemiştir. Bu makalede Batı dün¬yasına haremin neden farklı ve gizemli geldiği ve Lady Montagu’nun mektuplarında gerçeklerin nasıl vurgulan¬dığı örnekler verilerek tartışılacaktır.
“Haremi Hümayun”, as generally known Harem, was the Sultan’s private quarters. In fact, as a word derived from Arabic, it meant a secluded or forbidden place, usually a home or a private property. It was called as “Golden Cage” in which most beautiful odalisques were in competition to capture the heart of ‘Sultan’ and where the most dangerous tricks were played to obtain power. The Harem, in the Ottoman Empire, was first founded in the reign of Orhan Gazi (1326-1360) and, during the reign of Mehmet the Conqueror (1451-1481), it turned into a kind of social institution that would influence the state affairs in the future (Pierce 42). From the late sixteenth century onward, especially in the seventeenth and eighteenth centuries, the Harem became a center of attraction for western travelers, artists and writers. However, it was impossible for the Europeans to observe it closely. That’s why they fictionalized the Harem both in their paintings and writings. Lady Mary Wortley Montague who resided in Istanbul in the early eighteenth century as a wife of an English Ambassador tried to depict the reality from a different and female perspective. She presented her point of view in her Letters. In this paper, these highly fictionalized representations of the Harem will be discussed with reference to the English writings, and the reasons why the life in the Harem appealed to the Western imagination will be analyzed by drawing upon the fictional accounts.
By subscribing to E-Newsletter, you can get the latest news to your e-mail.