Hem sosyolojik hem psikolojik hem de felsefi, geçirilen modernleşme süreçleri düşünüldüğünde de siyasal ve tarihsel bir anlam taşıyan “yabancılaşma olgusu”, farklı düşünürlerce birbirinden farklı çerçevede yorumlanmıştır. Gerek Batı düşüncesinde gerekse Türk düşününde yabancılaşma denilince ‘istenmeyen bir durum, olgu’ tanımlarının yapıldığı görülmektedir. Genel olarak insanın kendi özünden, doğal ve toplumsal çevresinden, ürününden koparak onların egemenliği altına girmesi şeklinde tanımlanabilecek yabancılaşma kavramı, insanı makineleştiren ve köleleştiren bir medeniyet biçimine karşı oluşan başkaldırının bir simgesi haline gelmiştir. 14. yüzyılın yetiştirdiği önemli bir İslam düşünürü olan ve birçok bilimin kurucusu olduğu gibi sosyolojinin de kurucusu olarak kabul gören İbn Haldun’un belirlemelerini yabancılaşma bağlamında değerlendirdiğimizde, çağdaş düşüncedeki tanımlamalara ne kadar yaklaştığını, yabancılaşma boyutlarına denk gelecek örnekler sunduğunu anlamaktayız. İbn Haldun, doğal ve sosyal (kültürel) çevrenin insana kişiliğini kazandırdığını ve onu şekillendirdiğini anlatmıştır. İnsan alışkanlıklarının kölesi olmuş ve bilinçsizlik içine düşmüş, özgürlüğünü ve yaratıcılığını yitirmiştir (yani yabancılaşmıştır). Öyleyse yapılacak olan şey, insanı şekillendiren doğal ve sosyal çevrenin mümkün olduğu kadar sağlıklı hale getirilmesidir. Eğitim, aile gibi toplumsal kurumlar ve siyasi güç, baskı ve zulümden uzak durarak bireyin yaratıcı gücünü artırmalı, onu özgürleştirmelidir. Tüm bunlara rağmen, Haldun’a göre devletler ve milletler ihtiyarlık dönemine girdiklerinde çözülme, dağılma (asabiyyetin bozulması) gerçekleşecektir; bu sonuç kaçınılmazdır. Çalışmada, bu temel kabul özelinde, İbn Haldun’un birçok disiplin için çok değerli veriler sunan ünlü eseri “Mukaddime”nin birinci cildi yabancılaşma olgusunun unsurları ve boyutları açısından karşılaştırmalı olarak değerlendirilmektedir.
“The phenomenon of alienation”, which has both sociological, psychological and philosophical (considering the modernization processes), political and historical meaning, has been interpreted by different thinkers in a different framework. Both in Western thought and in Turkish thought, when alienation is called, it seems that the definitions of ‘undesirable situation, phenomenon’ are made. In general, the concept of alienation, which can be defined as the separation of man from his own essence, natural and social environment, product and coming under their rule, has become a symbol of the rebellion against a form of civilization that mechanizes and enslaves a person. When we evaluate the determinations of Ibn Haldun, an important Islamic thinker brought up in the 14th century and accepted as the founder of sociology as well as the founder of many sciences, in the context of alienation; we understand how close it is to the definitions in contemporary thought, and it offers examples that correspond to the dimensions of alienation. Ibn Haldun explained that the natural and social (cultural) environment gives a person his personality and shapes him. Man has become a prisoner of his habits, has fallen into unconsciousness, has lost his freedom and creativity (that is, he has become alienated). So the thing to do is to make the natural and social environment that shapes man as healthy as possible. Social institutions such as education, the family, and political power should increase the creative power of the individual by staying away from oppression and persecution and liberate him. Despite all this, according to Haldun, when states and nations enter the period of old age, a thaw, a disintegration (deterioration of group feeling/public spirit) will occur; this result is inevitable. In this study, the first volume of Ibn Haldun’s famous work “Mukaddime”, which provides very valuable data for many disciplines, is evaluated comparatively in terms of the elements and dimensions of the phenomenon of alienation.
By subscribing to E-Newsletter, you can get the latest news to your e-mail.