Bu çalışma 18 Temmuz 1932 tarihinde getirilen Arapça Ezan Yasağı’nın 16 Haziran 1950 yılında kaldırılmasıyla birlikteki süreci içermektedir. Ezan yasağının getirilmesi esasında milliyetçiliğin din üzerindeki tezahürünün karşılığıdır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğundan 1950 yılına kadar bir tarafta ulus-devlet inşasını tamamlamaya çalışırken diğer taraftan ise İslam’ın devlet kurumları üzerindeki etkisini azaltmaya yönelik uygulamaya yer vermiştir. Bu nedenle Kemalist düşüncenin üzerinde durduğu önemli uygulamalardan biri de ezanın Arapça okutulmasına yönelik tepkisidir. Çünkü Kemalistlere göre her ulus kendi dinin de ibadet etmelidir. Bu anlayış Martin Luther’in başlattığı İncil’in Almancaya çevrilmesi ve bireylerin kendi dininde ibadet etmesine yakın bir tavır sergilemektedir. Ezan, 18 Temmuz 1932 tarihinde fiilen yasaklanmadan önce Ocak 1932 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından müftülere ezanın bundan sonra Türkçe okutulacağı bildirilmiştir. Bu karar neticesinde halk tarafından ciddi tepki gösterilmişse de 1933 yılından itibaren yasağa uymayanlar hakkında yasal işlem başlatılmıştır. 1933 yılından 1950 yılına kadar ezan Türkçe okutulmuştur. “Tanrı uludur” diye başlayan ezanın Arapça okutulmasına duyulan özlem Demokrat Parti’nin siyasetinde kendisine yer bulmuştur. Ezanın yeniden Arapça okutulmasına yönelik kanun Meclise geldiğinde halk nezdinde ciddi bir sevincin oluştuğunu ifade etmek gerekir. Özellikle Meclis görüşmelerinde yasanın kaldırılmasına yönelik Demokrat Parti milletvekillerinin hissiyatlarını görmek mümkündür. Ayrıca Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri de bu yasağın kaldırılmasına çok fazla tepki vermemiştir. Bu çalışmanın özelinde milletvekillerinin yasağın neden kaldırılması gerektiği üzerine vermiş oldukları beyanatlar da yer almaktadır.
This study covers the abolition of the ban on Arabic azan on 16 June 1950, which was imposed on 18 July 1932. The ban on reciting azan in Arabic was in fact the implication of Turkish nationalism. The Republic of Turkey, from its foundation until 1950, had adopted the policy of minimizing the effect of Islam on the state institutions as it was struggling to complete building a nation-state. For this reason, reaction to the Arabic azan was one of the most important practices of the Kemalist ideology. According to the Kemalists, every nation should have prayed in its own language. This understanding carries close similarities with Martin Luther’s translation of bible into German, believing that people should practice their religion in their own languages. Before de jure ban on 18 July 1932, the Directorate of Religious Affairs had already ordered muftis that the azan would be recited in Turkish henceforth. The decision faced serious popular opposition, and the relevant authorities began taking legal action from 1933 onward against those who did not comply with the ban. The Turkish azan had been executed between 1933-50. The longing for the azan, starting with “Tanrı uludur – God is the great” in its new Turkish version, to be recited again in its original Arabic form found a response in the politics of Democrat Party. It should be noted that it was welcomed with a popular cheer when law was proposed at TBMM for the azan to be recited again in Arabic. It is possible to see the sentiments of Democrat Party MPs, especially during the parliamentary sessions to repeal the law banning the Arabic azan. Actually, throughout the sessions, the Republican People’s Party MPs did not overreact either to the lifting of this ban. The statements by the MPs about the reasons why the ban should have been lifted are taken place in this work as well.
By subscribing to E-Newsletter, you can get the latest news to your e-mail.