Kelâmî düşüncede nebilerin ve resüllerin görevlerine vehbi mi yoksa kesbi mi seçildikleri tartışılır. Bazı âlimler onların hiçbir çabası olmadan ilahî irade onları seçer derken bazı âlimler güzel ahlâk eylemlerini de içeren sâlih ameller yaptıkları için bu göreve lâyık olduklarını söylerler. Mâtürîdî nebi ve resülün arka planında kalp gözü basîret akıl gözü firâset olan hikmet ehli insan olduğunu dile getirir. Hikmet, insanın kendi irade ve çabasıyla elde ettiği kesbî bir ilimdir. İnsanın azmi, aklı, çalışması ve içgüdüsel eğitimle kazanılır. Hikmet, insan yönünden kesbî, Allah’ın yaratması yönüyle vehbîdir. Onlar bu görevlerine seçilmese bile erdemli, hayırsever ve güzel ahlâk sahibi olmaları nedeniyle âlemlere üstün kılınmaları mümkündür. Nübüvvet ve risâlet nihaî konumda vehbî olmakla birlikte bu göreve seçilmeden önce onların iyilikler kesbettikleri bilinmektedir, der. Muʻtezile geleneğinin âlimlerinden Kâdî Abdülcebbâr ise nübüvvet ile risâleti ayırır. Risâletin vehbî, nübüvvetin sâlih amellerin karşılığı elde edilen kesbî bir görev olduğunu söyler. Nebi ve resüllerin eylemlerini dikkate alınmadan Allah tarafından seçildiği düşüncesi onların irade ve amellerinin önemsizliği ve insanî özelliklerinin olmadığını düşündürebilir. Nebiler ve resüller seçilmeden önce de yüksek ahlâk sahibi ve sâlih amel işleyen kişiler olduğu tarihi bir realitedir. Onlar, akıllarını iyi yönde çalıştıran, azim ve sabır örneğini gösteren, halkın içinde alınteri ile çalışan bir meslek icra eden, şiddet ve zulümden kaçınan, içgüdüsel eğitimle erdemli insanî ve ahlâkî nitelik kazanmış cömert karakterli kişilerdir. Kur’an, onların seçimini anlatırken “ıstafâ”, “utiye”, “menn”, “ceale”, “ihtera”, “sana’a”, “irteda” ve “ictibâ” gibi yönlendirici ve açıklayıcı kavram ve sözcükler kullanır. Seçimde hem ilahî iradenin önemine hem de onların bu göreve lâyık oldukları için çabalarına işaret eder. Yani bu kavramlar iki yönlü bir hareketi ifade ederler. Hem kesbiliği hem de vehbiliği açıklayan semantik özelliğe sahiptirler. Dolayısıyla elçilik görevini yapabilecek karakter ve özelliklerini kesbetmiş insanlar arasından bu göreve seçilmenin ilahî iradeye âit olduğu görüşü daha tutarlı ve isabetlidir. Bu makalede Mâtürîdî ile Kâdî Abdülcebbâr’ın konu hakkında görüşleri ile Kur’an âyetleri bağlamında teolojik te’villeri incelenmiş kelâm ilmi açısından değerlendirilmiştir.
In the kalam thought, the issue of whether prophets and messengers were chosen as vehbism or qesbism is discussed. Some scholars say that the divine will chooses them without any effort of theirs, while some scholars say that they are worthy of this task because they do righteous deeds, including acts of good morals. Al-Maturidi states that there is human of wisdom who have the eye of the heart “basirah” and the eye of the mind “firasah” in the background of the prophet and messenger. The wisdom is a knowledge that a person gains by his own will and effort. Human perseverance is gained through intelligence, work and instinctive education. The wisdom is revealed from the human point of view and it is vehbism from the point of view of Allah’s creation. Even if they are not elected to these duties, it is possible for them to be made superior to the worlds because they are virtuous, charitable and have good morals. Although the prophethood and the embassy are vehbism in the last position, they are known to have done good deeds before they were elected to this post, he says. Although the prophetic duty is in the final position by the divine will, it is known that they did good before they were elected to this duty, he says. Qādi Abd al-Jabbār from the scholars of the tradition of the Muʻtazilah, distinguishes prophethood and risalet/embassy. He says that risalah is vehbism, prophethood is a discovery, it is a duty obtained in return for good deeds. The idea that prophets and messengers were chosen by Allah without taking into account their actions may suggest that their wills and actions are insignificant and have no human characteristics. It is a historical reality that there were people who had high morals and performed righteous deeds before they were elected. It is a historical reality that and prophets and messengers were people who had high morals and performed righteous deeds before prophethood. They are generous people who work their minds in a good way, set an example of perseverance and patience, perform a profession that works with dignity in public, avoid violence and cruelty, and have acquired virtuous human and moral qualities through instinctive education. The Qur’an uses guiding and explanatory concepts and words such as “ıstafa”, “utiya”, “menn”, “jaala”, “ihtara”, “sana’a”, “irtada” and “ijtiba” when describing the selection of prophets and messengers. It indicates both the importance of the divine will in being elected and their efforts and efforts to be worthy of this task. In other words, these concepts express a two-way movement. They have the semantic property that explains both qesbism and vehbism. Therefore, the opinion that it belongs to the divine will to be chosen to this post from among people with characters and characteristics who can perform the ambassadorial duty is more consistent and correct. In this article, the opinions of al-Maturidi and Qādi Abd al-Jabbār on the subject and their theological interpretations in the context of the verses of the Qur’an are examined and evaluated in terms of kalam science.
By subscribing to E-Newsletter, you can get the latest news to your e-mail.